twitter
    What I think, What I do

Archive for ‘2010’

Fırsat Maliyeti / Opportunity Cost

Geçen gün kahvaltı sırasında enteresan bir iktisat teoremi ve paradoksu bulduk Eren Yaman'la =)

Fırsat Maliyeti: İktisadi İdari Bilimlerde okuyan herkes en az bir kez duymuştur bu fırsat maliyeti kavramını. Örnekle açıklamak gerekirse hem basketbol hem de futbol maçlarını televizyonda seyretmeyi severim. Televizyonda akşam saat 8.00'de X kanalında Beşiktaş'ın basketbol maçı, Y kanalında da Efes Pilsen basketbol maçı varsa bana Beşiktaş maçının izlemenin maliyeti sadece elektrik parası olacaktır. Ancak aslında benim Beşiktaş maçını seyretmemin maliyeti Efes Pilsen maçını seyredememe olacaktır. Bu durumunda Efes Pilsen basketbol maçı benim fırsat maliyetimdir.


Bunu da hatırlattıktan sonra, konuştuğumuz konu daha çok insanların kendilerine fazla seçenek sunulmasından hoşlanmalarına rağmen aslında seçmekten hoşlanmadıklarını fark ettik. İnsanlar, kendilerine sunulan şeyleri almayı, izlemeyi, yemeyi gerçekten istedikleri bir şeyin peşine gitmeye tercih ediyorlar. Yani insanlar kendilerine fazla seçenek sunulmasını sevdiklerini sansalarda sevmiyorlar ki bunun sonucunda yüksek fırsat maliyetleriyle karşılaşmak zorunda kalmıyorlar.

Ancak yaşam tarzlarını incelediğimizde birçok insanın liberal sistemleri daha fazla fırsata ulaşabilmek adına sevdiklerini görüyoruz. Komunizm ile yönetilen ve az fırsata sahip Kuzey Kore insanlarının bol fırsatlara sahip Güney Kore'lilere göre daha mutlu olduklarını hiç sanmıyorum.

İşte paradoks tam bu noktada oluşuyor. İnsanlar fazla fırsata sahipken yüksek fırsat maliyetlerine maruz kaldıklarından dolayı mutsuz olurken, seçme şansına sahip olmayan kişiler de farklı bir mutsuzluk yaşıyor.Burada önemli olan nokta insanların beklentilerini ne derece karşılayabildiğidir. Zaten mutluluk dediğimiz şey de beklentilerimizle gerçekteşenlerin arasındaki farkın ne kadar olduğunda gizlidir.

Bilmiyorum derdimi anlatabildim mi? Yorumu olan varsa beri gelsin =)

*Bunların hepsini yazdıktan sonra internette kısa bir arama yaptım ve aşağıdaki videoyu buldum. Galiba bizden önce de bunları düşünenler olmuş =)

____________________________________________________________________

While I was having breakfast with my friend last week we came up with a great economic theory and a paradox about opportunity cost =)

Opportunity Cost : Whoever study economics or something similar should has heard about the opportunity cost at least once in lifetime. For example I like Nike and Adidas brands and I'd like to buy a pair of sneakers. I found one shoes in Nike and one in Adidas. It's both white and cool. If I buy Nike it doesn't only cost me 100$. It also cost me what I couldn't buy, means it cost me an Adidas shoes.

We were talking about how people thinks that they like having lots of options that they can choice but they actually don't like choosing. People prefer to get or but what the others presents to him instead of getting whatever they like. I mean people don't like the idea of choosing something because the consequence of choosing is losing something that s/he didn't choose in the end.

In the other hand lots of people prefer liberal systems in order to reaching more options for their lives. I don't think that North Koreans are happier than South Koreans as they have less options in a communist country.

That's where paradox starts. People are not feeling happy when there are a lot of options as their opportunity cost is so much. In the other hand people don't have options are not happy as well. The word point is expectation. So, the secret of happiness is the difference between your expectation and what you have.

I don't know if anyone understand what we thought. Anyone has any comment ?

* After I wrote all this I found the video from ted.com below. I guess someone else thought about it before us. =)




Beşiktaş bir futbol kulübünden çok fazlasıdır

forzabesiktas.com Beşiktaş'lı taraftarların, ÇARŞI'nın internet sitesidir (bilmeyenler için). Ben de forzabesiktas.com forumlarını sürekli takip ederim. Bugün forumda fark ettiğim 2 başlık Beşiktaş'lı olduğum için tekrardan gurur duymama sebep oldu. Beşiktaş'lılığın sadece bir futbol takımını desteklemekten çok daha fazlası olduğunu hatırlattı bana tekrar.

Aşağıya kopyaladığım mesajlardan bir tanesi forumda Beşiktaş'lı bir doktorun bireysel insiyatifi diğeri ise yine bir grup taraftarın gerçekleştirdiği bir sosyal sorumluluk projesi.

Bu mesajlar forzabesiktas.com'da alınan toplumsal insiyatiflerden sadece iki tanesi. Bunun yanında forzabesiktas'da sürekli bulunan Kan Bankası ile hem Kızılay'a kan bağışına taraftarlar motive edilirken hem de acil ihtiyacı olanlara destek olunuyor.

forzabesiktas.com'da gerçekleşen bu faaliyetler hemen hemen medyaya hiç yansımıyor, dini sömürü malzemesi yapılmıyor. Bunun sebebi de bu insiyatifleri alan, kampanyaları gerçekleştiren Beşiktaş'lıların reklam, tanıtım gibi amaçlarının olmadığı, sadece Beşiktaş ortak paydası altında birleşen Güzel İnsanlar olmasındandır.

  • Arkadaşlar, bu yazıyı yazarken çok düşündüm

    Nasıl algılanacağı ve destek konusunda tereddütlerim vardı
    Fakat sonunda yazmaya karar verdim

    Bir süredir Ağrı Devlet Hastanesinde çalışmaktayım
    Polikliniğime gelen çocuklara hangi takımı tuttuğunu sorarım hep
    Çocuk sporla ilgili ise forma hediye etmeye çalışıyorum
    Burdaki çocuklar için de verilebilecek en güzel hediyelerden biridir diye düşünüyorum

    Açıkça söylemek gerekirse kendime ait eski formaların çoğunu verdim
    Bedenleri büyük olsa da çocuklar çok seviniyor
    O şanlı formaya bakışları ve gözlerindeki ışıltıyı görmelisiniz
    Bir miktar taraftar forması da aldım ve onları da hediye ettim

    Forma konusunda yardım etmek isteyen arkadaşlar (eski-yeni) özelden mesaj atarsa sevinirim
    Çocuk yaşta başlayacak olan forma aşkının birçok şeye bedel olduğunu düşünüyorum
    Umarım gerekli destek gelir



  • Bir kez daha kazandık.
    Toplanan eşyaların bir bölümünü, sizin adınıza Van Bahçesaray Keskin İlkokulundaki çocuklarımıza ulaştırmanın mutluluğunu yaşıyoruz.
    Camiamıza hayırlı olsun.
    Elimizde şu an 60 koliden fazla malzeme var. Kargo anlaşması için Cem YAKIŞKAN dostumuzla birlikta bizzat görüştük. Cevap bekliyoruz.

    İhtiyaç duyulan malzemelerin listesi.

    Bayrak, atkı, forma başta olmak üzere
    Kitap; hikaye, roman ve eğitici.
    Kırtasiye; defter, kalem, silgi vs.
    Kıyafet; her türlü.
    Okul çantası
    Ayakkabı ve çorap.

    (Büyük küçük fark etmez, hepsi değerlendirilmektedir.)




Efesliler

Yaz okulu bittiğinden ve babam iyileşmeye başladığından beri boş vaktim fazla olduğu için uzun zamandır salonda takip edemediğim ancak çok sevdiğim basketbol maçlarına daha fazla gider oldum. Tabi burada Sinan Erdem Spor Salonu'nun evimize uzak olmasına rağmen ulaşımının kolay olmasının da payı var. Bkz: Sinan Erdem

Efes Pilsen'in büyük bir seyirci kitlesinin olmayışı maçlara gitmeye başladıktan sonra etrafındaki simaların tanıdıklaşmasına başlamasına imkan tanıyor. Tam da bu sırada Efesliler grubunu fark ettim. Zaten düşünürdüm Efes Pilsen'i sürekli takip eden kimse var mıdır, varsa kimlerdir diye.

Efes Pilsen - Aliağa Petkim. Efesliler grubu sadece 40 kişi olmasına rağmen basketbol bilgisiyle takıma gereken desteği verebiliyor

10 senedir Efes Pilsen'i takip eden ve destekleyen bir seyirci kitlesi mevcut. Efesliler forumunun yaklaşık 2000 üyesi olsa da yaklaşık 30 kişilik diyebileceğimiz çekirdek bir kitlesi var. Onların da maçlara geldiği aileleri, arkadaşlarıyla beraber lig maçlarında ortalama 30-40, Euroleague maçlarında ise 200 kişiye varan bir topluluk şeklinde destekliyor bu grup Efes Pilsen'i.

Grubun yaş ortalaması klasik bir taraftar kitlesinin yaş ortalamasının üzerinde. Futbol seyircisi ile kıyaslanamayacak derecede kaliteli ve sporun doğasına hakim bireylerden oluşuyor grup. Tabi, hal böyle olunca, maçlara gidip geldikçe basketbol ortak paydasında buluşan bu kişilerle çok güzel sohbet ortamları oluşuyor gerek maçlarda gerekse internette. Ben de, grupla birlikte seyrettiğim 4-5 maç sonrasında hem güzel insanlarla tanıştım hem de çok keyif aldım.




Tahammülün sınırları

İçimden fikirler, kelimeler fışkırıyor. Kendimi nasıl dizginlesem, nasıl sakinleşsem, kimlerle otursam da konuşsam ki diye düşünüyorum sabahtan beri.
Kimse anlar mı, anlasa hak verir mi bana?

Neler oluyor bize böyle. Son 1 hafta içinde yaşadıklarımız nelerin sonucudur, nereye gidiyoruz?

Neden bu kadar tahammülsüz bir toplum haline geldik biz? Kimse kimseye tahammül edemiyor. Kimse kimseyi dinlemiyor. Kimse kendi görüşleri dışında hiçbir görüşe saygı göstermiyor, empati yapmıyor, anlamaya çalışmıyor...

Bursaspor'lular Beşiktaş'a tahammül edemiyorlar. Sırf siyah beyaz diye bir ineği kesmeye kalkıyorlar.
Beşiktaş'lılar bizim semtimizde kimse bize atar yapamaz diyip, Bursa'lılara tahammül edemiyor.

Ankara Üniversitesi öğrencileri, iktidar yada muhalefet hiç bir siyasiye tahammül edemiyor. Kim gelirse onu eleştiriyor.

Bağdat Caddesi'ndeki teyzeler, türbanlılara tahammül edemiyorlar.
Fatih'teki dinciler başı açık kızlara tahammül edemiyorlar.

Burhan Kuzu, öğrencilerin karşısında kurt oluyor, kendisini protesto etmek isteyen öğrencilere tahammül edemiyor. Gerizekalı diyor, polise biber gazı sıktırıyor.

İktidar partisi hatta daha özellikle Başbakan kendi gibi düşünmeyen, kendine muhalefet eden kimseye tahammül edemiyor.

Başbakan'ı protesto etmek isteyen öğrencilere polis biber gazı sıkıyor, darp ediyor. Yetmediği gibi 19 yaşında hamile bir kızın bebeği düşüyor polis onu darp ederken. Biz daha ne oluyor, bu kadar da orantısız güç kullanılır mı derken birileri çıkıyor terbiye sınırlarını ortadan kaldırıp "Kimden peydahlamış" diyor.
Yazarken ellerim titriyor, gözlerim doluyor. Sinirden çıldıracak gibi oluyorum.

Bize neler oluyor, nereye gidiyoruz?



Chrome Notebook Test User

I knew that Google were going to award me to be so committed of its products. I've been using Google products since I had my first gMail account. gMail, Google Wave, Blogger, Google Calendar, Chrome etc.
I'm an ambitious Google user. I think, being a Google user, used to mean being against Windows monopoly. It might have changed recently but I'm still a Google user. Anyway, I was waiting for Chrome OS since they launched the project in 2009.


Then, I've received a mail from Google says :

You’re eligible to receive a free Chrome notebook





Greetings,

A while back, you signed up to receive news, updates, and launch information about Chrome and Chrome OS. We have good news: Chrome notebooks are here, and you’re eligible to receive one!

Chrome notebooks are for people who live on the web and want a faster, safer and more secure experience without all the headaches of ordinary computers.

To apply to get your Chrome notebook, please provide your US mailing address by clicking the link below no later than Friday, December 10, 2010 at 11:59 PM PST.


Cheers,
The Chrome team
___________________
First, I was indecisive if the mail is real or spam but the link that put was from Google server. So, it's real.

Apparently Google launched a pilot program to get feedbacks from real users about Chrome OS. That's why they created Chrome Notebooks and giving it to "qualified users".

Google thinks that I'm eligible to apply but unfortunately I'm not even eligible as I don't live in the States at the moment. Otherwise I'm totally qualified=) So, it's a total failure...

I couldn't request a Chrome notebook but it made me happy for a moment that Google sent me a mail =) It would have been really cool to be one of the first user of Chrome notebook.

This also means that we have to wait for Chrome OS until the second half of 2011 :(



Tsubasa'nın sütyen rengi

Profil resminize çocukken en sevdiğiniz çizgi film karakterini koyun. Amaç ne mi? 6 Aralık Pazartesi' ne kadar facebookta hiç insan yüzü görmemek... "çocuk tacizi”ne karşı olan savaşa katılmak için arkadaşlarınıza da aynı şeyi yapmalarını önerin.


Sanıyorum ki Facebook kullanan herkes yukarıdaki yada ona benzer bir mesajı ya geçen hafta aldı yada bu hafta içinde alacaktır. Son 1 haftadır da yavaş yavaş çizgi film karakterlerini görmeye başlamıştık Facebook profillerinde. Özlemiştim zaten Tsubasa'yı. En son Alkışlarla Yaşıyorum'da karşılaşmıştık kendileriyle.


Peki, sadece meraktan sorsam kendi resmimi kaldırıp yerine çocuk resmi koymak ne derece çocuk tacizlerini önleyecektir diye.
Derler ki "halkımız bilinçleniyor".
Geçen ay meme kanseri konusunda çok bilinçlendik. Bravo bizlere.

Yanına sütyenimin rengini de yazsam... Dünya, hem çocuk tacizcilerinden hem de meme kanserinden kurtulur mu? Dur hatta ben en sevdiğim çizgili film kahramanının sütyen rengini yazayım da garanti olsun.

Tsubasa - Beyaz

Bu kampanyalarına (Sanıyorum ki bunları pazarlama kampanyası olarak değerlendirmekte herhangi bir sakınca yok) katılanlara bir tepki değildir yazdıklarım. Katılanların iyi niyetinden şüphem yok ancak hangi sivil toplum kuruluşu tarafından çıkarıldığı bile belli olmayan ve Facebook'da hızla büyüyen bu kampanyalar nedense benim aklıma pis sorular getiriyor. İçim fesat herhalde.

Neyse, yanlış anlaşılmasın yazdıklarım. Ben de karşıyım kadın ve çocuk tacizlerine.
Gitmem lazım. Fatmagül'ün Suçu Ne?'nin yeni bölümü çıkmış, hemen izleyelim...



Harry Potter and the Deathly Hallows - Part1

If Can didn't force me to watch the movie I was going to stay at home whole night, spending hours on the computer but thank cousin to took me out to watch Harry Potter and the Deathly Hallows.



Facts about the movie
  • It was the beginning of everything. So, anyone who didn't read the book, wouldn't like the movie. At least you should be a HP fan to like it. I'm sure the second movie will be way better
  • Noone can tell me that Harry Potter is a child movie anymore. It's one of the darkest movie that I've ever seen
  • We liked the idea of splitting the book into 2 movies. Otherwise even 3 hours movie wouldn't be enough
  • We questioned why Peter Jackson didn't film "Return of the King" in 2 parts
  • I was very emo after finish reading the book. I might even cry after the last movie
  • I realized the last movie that I watched on the cinema was "Alice in Wonderland". I'm getting used to English movies and British accent
  • Unfortunately there is no 3D IMax English version in Turkey. It's even hard to find a original language version in Istanbul
  • I found out cinemas are getting more comfortable in Istanbul. I didn't even feel claustrophobic.

Last comment is about miss Harmione Granger. I mean Emma Watson. When she started to act in Harry Potter movies, she was a 11 years old child. After 6 movies in 9 years she is a 20 years old hot actress and model now. What a big change.

She is nominated for a People's Choice Award in the Favourite Movie Star Under 25 Category. Let's vote for her





3. Köprüyü Geçen Kadar

Toplam Türkiye nüfusunun %17,8'i İstanbul'da yaşıyor. Yani kaba bir hesap yapacak olursak her 5 kişiden 1 tanesi İstanbul'lu. Sonra, sırasıyla %6,4 ile Ankara, %5,3 ile İzmir, %3,5 ile Bursa geliyor Türkiye nüfusunun barındırması anlamında.

Peki bu kadar çok insan, altyapısı olmayan, her yağan yağmurda seller basan, planlamama konusunda örnek bir şehirde beraber yaşarsa ne olur. Hangi hizmet doğru bir şekilde sağlanabilir ki? Bu şehrin, işsizlik sorunu mu çözülür, yoksa ulaşım sorunu mu?Ancak sağolsun Kadir Topbaş, Binali Yıldırım ve Tayyip Erdoğan üçlüsü İstanbul'un ulaşım sorununu çözmeye karar vermişler. Demişler ki İstanbul'un ulaşım sorununun çözümü 3. köprüdür. Hem de bu köprü İstanbul'un son ormanlık alanların bulunan kuzey tarafından geçsin.

Burada amacım sadece AKP yaptığı için muhalefet etmek değildir. Zaten İstanbul gibi plansız büyüyen bir şehrin Google Earth'den görebildiğimiz yegane yeşil bölgesinin ortasından karayolu geçirecek böylesi büyük bir projeye herkesin karşı çıkması gerekir.

Kadir Topbaş, 3. köprünün geçeceği güzergahı anlatırken ormanlık arazinin en az şekilde zarar göreceğini söylüyor ancak İBB verilerine göre projenin %48'i orman arazisi, %11'i 2B arazisi üzerinden geçecek. Yani %59'luk bölümü orman ve orman niteliğini kaybetmiş olarak tanımlanan arzinin üzerinden geçecek bu projenin.

3. Köprünün geçeceği yer kırmızı ile gözüken yemyeşil, Poyrazköy ile Garipçe arasında

Millet, marketten aldığı 2 tek plastik poşetin hesabını yaparken, 1 Milyon 600 Bin ağacın kesilmesine ses çıkarmamak, bindiğin dalı kesmek değil de nedir?
Aklıma gelen birkaç soru...
  • Kadir Topbaş'ın basın toplantısında belirttiği gibi yollar yapılırken orman arazilerine minimum zarar verilse bile o yolların geçeceği yolların çevresi bir rant merkezine dönüşmeyecek midir?
  • İstanbul'un ulaşım planında önemli bir yere sahip olacak bu yollar üzerinde otel, villa, iş merkezi yapmak isteyecek hiç mi yatırımcı olmayacak? Peki olursa İBB gerçekten bu izinleri vermeyecek midir?

Netice itibariyle, İstanbul gibi büyük kentlerin ulaşım sorununun çözülmesi ancak toplu taşımanın daha yaygın ve daha konforlu (Metrobüs gibi değil) olmasıyla giderilir.

Bu soruların cevabını biliyoruz. Bu yüzdendir ki İstanbul'un kuzey bölgesi için yapılacak bu denli büyük bir projeye siyasi görüşü ne olursa olsun bütün İstanbul'lular karşı çıkmalıdır.

Help end world hunger

Peki, burada internette yapılan muhalefet işe yarayacak mıdır? Hiç sanmıyorum, ancak bu projeye onay verenler, bindikleri dalı kestiklerine birgün çok pişman olacaklardır. Doğa ile oyun oynanmaz...



Sepetçiler maçta. Efes Pilsen-CSKA

Evde otururken basketbol maçlarını takip eden ve basketboldan anlayan bir grup olsak yaratsak, sürekli maçlara gitsek güzel olmaz mı diye geçirdik aklımızdan.

Bayramın 3. günü Efes Pilsen - CSKA maçı olduğunu öğrenince, daha önce Efes Pilsen'in İstanbul'da oynadığı 2 maça da gittikten sonra, bu maça gitmek için bayramı fısat bilerek Sepetçiler oluşumunu başlatttık. İlk organizasyonumuzda eş, dost, akraba şeklinde 14 kişilik bir grup olarak düştük Sinan Erdem yollarına. Maçtan önce ilk Sepetçiler aşağıdaki resimde olduğu gibi poz verdi.

Bu sezon seyrettiğim en iyi taraftar kitlesi vardı tribünlerde. Tabi ki bilet fiyatlarının 3 TL (Hatta gişeden alınca 1 TL) olmasının etkisi de vardı. Ancak yine de sevindirici nokta bu denli fiyatlara rağmen apaçi olarak tabir ettiğimiz kitlenin azınlıkta olması, bol sayıda ailenin ve kızların olması tribünde kalitenin düşmemesini sağlamış.

Salona girdiğimizde ilginç enstantanelerden bir tanesi de bizim koltuklarımıza oturan teyzelere Hazal'ın kızması ve "Biz biletleri erken aldık, hem de 3 TL para verdik" demesi sonrası oluşan sessizlik ve maçı ön sırada ayakta seyretmemiz oldu. Ön sırada olmanın verdiği sonuç olarak Efes benchine yakın olduğumuz için bizim yedekleri görebiliyorduk. Özellikle oyuna maç boyunca girmeyen Ender ve Cenk'in muhabbetleri bizleri kıskandırdı. Cenk'in maç boyunca arkasını dönerek tribündeki kızlara gülücükler saçmasına yapacak yorum bulamadık.

3. periyodda Rako'nun durması sonucu CSKA bir ara farkı kapatıp hatta 1 hücumluğuna öne bile geçseler Efes Pilsen İstanbul'da yine çok zorlanmadan kazandı. Tabi kolay kazanmamızın sebeplerinden bir tanesi de 12.000 kişinin beraber yaptığı savunmaydı. Davul, siren ve zamanında salonlarda yasaklanan ancak artık serbest olan o inanılmaz ses çıkaran aletlerle çıkarılan gürültü sonrası sabah uyandığımda bile kulağımdaki çınlama hala devam ediyordu.

Önümüzdeki hafta Efes Pilsen, Union Olimpija ile Sinan Erdem'de oynayacak. İstanbul'da olup da maçı seyredemeyeceğim ancak bir sonraki fırsatta yine Sepetçiler olarak toplanıp maçı seyrederiz. Bu hafta gelip de bu eğlenceyi yaratan herkese teşekkürler.














Paylaşmak


6 yaşındaydım, daha dişlerim tam olarak dökülmemişti bile. Ana sınıfının ilk döneminin sonunda 3 yıldızlı sistemde verilen karnelerde 2 yıldız gelmişti benim paylaşma notum. Herkes bunu tek çocuk olmama, büyürken oyuncalarımı kimseyle paylaşacak bir kardeşim olmadığı için bilinçaltımda bencil olmamdan kaynaklandığını zannetti. O dönemde öğretmenimin anneme yaptığı açıklama, sınıf arkadaşlarımla oyuncaklarımı, yemeğimi vs. paylaşmak istemememmiş.
Bana kalsa, o kadar bencil de bir insan olduğumu düşünmüyorum. Zaman ilerledikçe paylaşmayı daha iyi öğrendim. Yeri geldi yurtdışında "individualistic" bireylerle paylaşma üzerine yoğun tartışmalara girip, dünyanın anlamını bulmaya çalıştık. Sorgularım paylaşmanın anlamını acaba kendimizden fedakarlık bekleyen bir olgu mudur diye.

Ancak paylaşma kavramı farklı bir hal almaya başladı bizler Facebook'un "What is in your mind?" sorusuna cevap vermeye başladıkça. Artık elimizdeki 1 paket bisküviyi yada simidimizin yarısını değil de aklımızda neler olduğunu, gittiğimiz mekanları, akşam yemeğinde yediklerimizi, sevdiğimiz videoları hatta yeri geldiğinde sütyenimizin rengini paylaşıyoruz.

Güneşli bir güne uyandım, hava çok güzel. İçim kıpır kıpır
Sucuklu yumurta yiyip şalgam suyu içiyorum
Sevgilim, seni çok seviyorum. 769 gün kaldı buluşmamıza
Offff, işin yoksa akşam partiye git


Ben bunları görmek zorunda mıyım? Peki gerçekten bu kadar önemli mi bunları paylaşmak. Acaba herkes mi duymak istiyor iki sevgilinin görüşmesine kaç gün kaldığını hergün aşk mesajlarıyla duyurulmasını. Karşı görüş olarak takip etmeyebilirsin de denilebilir ancak arkadaşlarımızla iletişim kurmak için sosyal medyayı kullanma isteğim o kadar da garipsenecek birşey olmasa gerek. Ben bile rahatsız oluyorum insanların özel hayatlarını bu kadar açmak için hevesli olmalarına. Millet beklemiş bu güne kadar, öyle bişey olsa ki ne yedim ne içtim, sevgilimi ne kadar özledim, dünyalara haykırsam demiş. Peki, insanların özel bilgilerini ortalığa saçmalarını sağlayacak kadar motive olmalarının sebebi nedir? Onu da biraz araştırayım ben.

Bizler de kısa bir süre için yaptığımız her hareketi, gittiğimiz her yeri, yediğimiz her yemeği Facebook'daki arkadaşlarımızla paylaşmayı denedik Facebook ve Twitter'ı bu bahsettiğimiz gibi kullanan arkadaşları anlayabilmek adına ancak bir yerden sonra olmadığına karar vererek eski huzurlu günlerimize geri döndük.

Peki, eğer Facebook'da, Twitter'da paylaşacaklarımızın bir sınırı varsa bu sınır ne olmalıdır? Ne kadar paylaşmalı, nasıl paylaşmalıyız?



Fall Colors

The spring used to be my favourite season until I realized that I get hay fever every spring. I can't enjoy spring as much as I used to. For me, spring means sneezing, runny nose and pain in the eyes!. Maybe that's why I am trying to like autumn.

Autumn is a fall on earth. It reminds me decease. I don't know if it's a coincidence that people I loved died in the fall. People are getting sick around me. It's a divorce season. Even the leaves brake up with their lovely bodies until spring. I like the sound when I step on a leaf tho=)


In the other hand fall is the season of change. We change our clothes in the wardrobe, start wearing jumpers and scarves. People start to go out with their umbrellas. New semesters in the school. Autumn has a special magic and its color.

I saw an awesome photo album on National Geographic called Fall Colors. I loved it. Please check it out. You might even fall in love with fall after these photos.




Turkish Airlines feels devotion


I posted a lot about Air New Zealand but I love Turkish Airlines too.

Turkish Airlines has been very politicised last 10 years as we can quickly remember them sacrificing camels in the airport. There were a lot of bad news hanging around about Turkish Airlines. Especially after the crash in the Netherlands General Manager of Turkish Airlines couldn't manage the case at all.

Brand was damaged very badly. So, Turkish Airlines needed to create an PR plan instead of just advertisement campaign to re-built the brand.
After these crises Turkish Airlines followed a really good strategy. They used International Awards and sponsorships to re-build a strong brand for around European Airline companies. That's how they created their marketing campaigns.

For the Economy Class Passengers; they used international awards such as “World's Best Economy Class Onboard Catering at 2010 World Airline Awards”

For the Business Class Passengers; Turkish Airlines became the sponsor of the best football teams in the world and carry them to international games. Who doesn't want to fly on the same seat with Wayne Rooney or Lionel Messi =)


Manchester Utd, Barcelona and Turkish National Basketball Team the silver medal winner of 2010 World Basketball Championship was supported by Turkish Airlines.

But, in the end , the best sponsorship deal was made with Euroleague. Turkish Airlines became the name sponsor of Turkish Airlines Euroleague. This is a very extensive agreement. Euroleague even changed their logo and make it more adaptable to Turkish Airlines Logo.




They work with really good agencies but I'm wondering if I'm the only one who thinks their slogan is kinda lame.

We are Turkish Airlines
We are globally yours



Air NZ is awesome again

Air New Zealand is keep doing great things to make people watch their safety instructions. While they are collecting attention to safety they are positioning their selves as a safe airline company and advertising new aircrafts. This should be the win-win relationship.

After Nothing to Hide and Air New Zealand is Crazy about Rugby concepted Safety Instructions they created their new Safety Instruction as a part of their new marketing campaign.
I wish other companies could create that cool marketing campaigns. Congrats Air New Zealand.


I loved their new character Rico. Rico was created by Jim Henson's Creature Shop that is the designer of world's best known puppet characters including Elmo from "Sesame Street," Miss Piggy from "The Muppet Show," We got used to his pronunciation mistakes but this time, in the end of video he reminded me a deaf Turkish movie character Adile Naşit =)

I think your music is too loud
Yes, yes. My parents are very proud =)



House M.D

House is my favourite TV show nowadays. I'm ridiculously addicted to watching House MD almost all the day. I'm currently watching Season 4 out of 7 seasons of House MD.


It's difficult to explain what cause addiction to House. Each episode has its own case and Dr. House and his team try to diagnose these cases. He is a narcissist, cripple, atheist doctor who is the best in his field. He doesn't talk to his patients, he humiliate people, he believes "Everybody lies"
Dr. House is not approaching cases in a normal way. He sometimes stop hearts or inject viruses to his patients in order to understand what's wrong with them.These specialities makes him cool.


I even started learning a lot about Medicine. Sometimes it's scary to see how the different, simple symptoms can cause very complicated sicknesses. I don't want to end up like a crazy person who is obsessed about sicknesses




Sinan Erdem Spor Salonu

Efes Pilsen bu yıl hem Euroleague hem de Türkiye Ligi'ndeki maçlarını Sinan Erdem Spor Salonu'nda oynayacak. Ben de fırsattan istifade etmek istedim.
Zaten uzun zamandır canlı olarak basketbol maçı seyredememiştim. Bir de Dünya Basketbol Şampiyonası'nda hem Top 16 hem de Çeyrek Final maçlarına gitme şansım olmasına rağmen gidememenin verdiği ızdırapla Sinan Erdem'de en azından eski günlerdeki gibi bir Efes Pilsen maçını seyretmek istedim.

Esra da geldi maçı seyretmeye. Çok merak ediyordum Sinan Erdem Spor Salonu'nu. 17 sene sürünce inşaat beklenti büyük oluyor.

Bu salon benim için olimpiyatlara aday olduğumuz bir zaman yapılmaya başlayan ancak olimpiyatların İstanbul'da düzenlenmesinin imkansız olduğu için hiçbir zaman bitmeyecek bir yapı görünümündeydi.
Ancak 2010 Basketbol Şampiyonası'nı düzenleyebilmek adına Kadir Topbaş'ın da dediği gibi 17 yıl gibi çok kısa bir sürede hizmete kazandırılmıştır.

Metrobüs Şirinevler istasyonundan inince 10 dakikalık mesafede olan 16000 kişilik bu salonun herhangi bir Efes Pilsen maçında dolduğunu hayal etmek şimdilik çok zor gibi gözüküyor. Ancak maçtaki yaklaşık 7000 kişilik seyirci topluluğu bana tatmin edici geldi.

Salon ile ilgili dikkatimi çeken bazı şeyler
  • Salon girişinde turnike sistemi ve yerleşik barkod okuma sisteminin olmaması, kontrollerin çok amatör şekilde yapılması
  • Salon büfelerinin Türkiye klasiği olarak yetersiz ve gereksiz şekilde pahalı olması (6lira ödeyerek alabileceğiniz bir soğuk sandöviç için 10 dakika güreşmek yerine evden peynir ekmek getirilebilir =))
  • Asma skorboard olmaması nedeniyle salonun karşı tarafında olan skorboardda sadece skor görülebiliyor. Herhalde çok da gerekli değildir, kimin kaç sayı attığını, kaç faulu olduğunu görmemiz.



Iverson Beşiktaş'da ama


Önce NTVSpor ve sonrasında ESPN'de de doğrulandı Iverson'un Beşiktaş ile prensipte anlaşmaya vardığı. Hayaller gerçek oldu. Hem de sadece bir Beşiktaş'lının değil, basketbolu seven, bana yakın yaşlarda olan birçok kişinin hayalleri...

Ünlü fotoğraf sanatçısı Eren YAMAN yakalamış bu resmi =)


Yaşlı olabilir, kariyerinin son demleri olabilir ancak en az Guti'nin transferi kadar önemli bir transfer Iverson'un Beşiktaş'a gelmesi, belki daha bile önemli. Akatlar'da Iverson'lu Beşiktaş'ı seyretmek nasıl da heyecanlı geliyor kulağa. Ancak benim aklıma gelen 3 şey var. Bilmiyorum benim mi aklıma geliyor sadece bunlar?

1. Her sezon 2. yarının başında kronikleşen "Basketbol takımında ücretleri ödenmeyen yabancı oyuncular idmanlara çıkmama kararları aldı" haberlerini yine görürsek ne olacak? Burada Iverson'un taksitlerinin ödenmesinde sorun çıkacağını sanmıyorum. Tek başına idmanını yapar herhalde. Bkz: http://bit.ly/bhdd4R

2. Takımın toplam değerinin belki de yarısı kadar ücret alan yıllık Iverson'un aldığı 2M$ muhtemelen takımın diğer oyuncuları tarafından Iverson'a saygı nedeniyle sorun yaratmayacaktır diye umuyorum.

Fena gözükmüyor ama yarış kazandıracağını sanmam

3. Çok da iç açıcı olmayan, tecrübeli ama hiçbir zaman yıldız diye tabir edemeyeceğimiz Mustafa Abi'li, Bekir Yarangüme'li kadrosuyla mücadele eden takımdaki Iverson, şasesi bozuk eski bir Şahin'e takılan bir Ferrari motorunı getirdi aklıma. Belki güzel görünür ancak, yarış kazandırır mı bilmiyorum.
Acaba bu takım kadroları çok güçlü Efes Pilsen, FB Ülker, Telekom gibi takımların arasından sıyrılıp final oynayabilir mi? Yakında göreceğiz sanırım