twitter
    What I think, What I do

Archive for ‘May 2011’

Tuncay Özkan'dan Mektup Var

Tık o şehir, tık bu şehir, ha bire miting yapılıyor. Parti liderleri anlatıyor. Ahali dinliyor. Televizyona bakıyorsun, bi mebus adayı konuşuyor, zaplıyorsun, bi başka mebus adayı, ahali seyrediyor. Radyoyu açıyorsun, oradalar, gazeteyi okuyorsun, gene oradalar. Harika.
*
Benim oyum Tuncay’a.
*
Miting yapamıyor.
Ekrana çıkamıyor.
Radyolarda yok.
Gazetelerde yok.
Böyle demokrasi olur mu?
*
(Merak edenler için parantez açayım, Tuncay Özkan’ı tanımam, hayatım boyunca yan yana gelip konuşmuşluğumuz yok. Ancak, henüz mahkeme kararıyla mahkûm olmamış birinin suçlu ilan edilmesi ne kadar yanlışsa... Aynı koğuşta aynı suçlamayla yatan iki kişiden birini aday yapıp, öbürünü yapmayıp, toplum nazarında suçlu ilan etmek de o derece yanlış. Bana göre tabii. Üstelik, mebus olursa, davası düşmeyecek, suçlu bulunursa, cezasını çekecek. Tutuklunun aday olması, hapishaneye tünel kazmak değil midir derseniz... Onu bana değil, YSK’ya söyleyeceksiniz, adaylığına izin verildiğine göre, tünel varsa, kazan YSK.)
*
Dolayısıyla, İstanbul Anadolu yakası bağımsız mebus adayı Tuncay Özkan “miting yapsa, ne der” diye merak ettim, kızı Nazlıcan’dan rica ettim, babasından mektup getirdi. Buyrun...
*
“Söz veriyorum. Oyunuzun hakkını vereceğim. Güveninizi boşa çıkarmayacağım. İddia ediyorum, 13 Haziran’da içinde yer alacağım Meclis’te hiçbir şey eskisi gibi olmayacak.”
*
“Durumum şudur. Tecritteyim. Beş adım uzunluğunda, bir adım genişliğinde, hücredeyim. Bir başımayım. 32 aylık tutuklulukta, 84’üncü günümü yalnızlık kafesinde tamamladım. Kapının mazgalı yok. Günde üç kez açılıyor. Birkaç dakikadan fazla açık kalması yasak.”
*
“5 Mayıs günü, irkildim. Hücrede biri var... Geriye sıçradım. Meğer, gölgemmiş. Aynaya yöneldim. Fark ettim ki, uzun zamandır bakmamışım. Yüzüm değişmiş. Saçlarım kırdı, bembeyaz olmuş. Sonra kızdım kendime, ne olacaktı ki, kızım 15’indeydi, geldi 18’ine.”
*
“İnsanın ruhu gezmeye çıkıyor hücre dışına, umutla... İnancım yerli yerinde. Hıdrellez yazıyordu o gün gazetelerde... Tamam dedim, çoğu gitti azı kaldı, Hızır uğradı hücreme.”
*
“Oturdum, şiir yazdım.
Adı Hıdrellez...
İlk iki mısra:
Hasretimize bir dilek tut,
bana yasak...”
*
“Herkesi hasretle selamlıyorum. Dileğim, bağımsız milletvekili seçilip, TBMM’de halkın sesi olmak... 13 Haziran sabahı özgürlüğün dolduracağı meydanlarda buluşmak üzere, sevgilerimle.”

Köşe Mitingi - Yılmaz Özdil



Endüstriyel Futbola Karşı "Sokak Futbolu"

Kim yazdı bilmiyorum ama yazanın ellerine yüreğine sağlık.

Benim çocukluğumda annelerimiz çalışmazdı.
Okuldan eve geldiğimde boynumdaki anahtarla kapıyı hiç açmadım.
Hatta babanım bile anahtarı yoktu. Annem evimizin bir parçası gibiydi,hep evdeydi.
Heryere birlikte giderdik, zaten öyle çok da gidilecek bir yer yoktu ki.

En büyük eğlencemiz sokaklarda oynamaktı.
Sokakta oynamak diye bir kavram vardı yani.
Cafelerde, alış veriş merkezlerinde buluşmazdık.
Okula arkadaşlarımızla gider, birlikte çıkar, oynaya, zıplaya yürüyerek gelirdik.
Servis falan yoktu. Ayakkabılarımız eskirdi.
Hatta öyle olurdu ki; çantalarımızı kaldırımlara koyar oyuna bile dalardık.
Annelerimiz bu durumu bildiklerinden kardeşlerimizle bizlere ekmek
arası bir şeyler hazırlar gönderirdi.
Mahallemizdeki teyzeler annemiz gibiydi. Susayınca girer evlerine su içerdik.
Ya da pencereden bir sürahi bir bardak uzatır, hepimiz aynı bardaktan kana kana içerdik.
Kısacacı evine girip gelen ( ki sadece çişi gelen giderdi evine ) elinde mutlaka yiyecekle dönerdi.
Anneleri o arada çocuğuna verdiği şeyden bizlere de gönderirdi.
Bu bazen bir kurabiye bazen bir meyve olurdu.

Cebimizde harçlığımız olduğunda düşmesin diye çıkarır çantamızın üstüne koyar oyun bitince geri alırdık.
Çok garip ama kimse almazdı. Sokaklarımız evimiz kadar güvenli idi.
Düşünce kaldırırlar, kavga edince barıştılırdık. Polisler gelmezdi
kavgalarımıza, tanıklar aranmaz,tutanaklar tutulmazdı.
Sonra kavgalarımız da öyle ustura, falçata ile olmaz, onlar nedir bilmezdik bile, asla kanla falan da bitmezdi, en fazla saçlarımızdan çeker, hayvan adları sayar, tekme atar, yine oyuna dalardık.
Birbirimizin suyundan içer, elmasına diş atardık.
Misket oynamaktan parmaklarımız kanar yine de mikrop kapmazdık.
Azar işitip, acillere taşınmazdık. Düşerdik ekmek çiğner basarlardı
alnımıza, oyuna devam ederdik. Röntgenlere, ultrasonlara girmezdik.

Ben bizim çocukluğumuzu çok özledim.
Sokaklarımız ruhsuzlaştı sanki. Komşumu tanımıyorum ama evinin camında,
temizliğe gelen kadını haftada bir görür kolay gelsin der konuşurum.
Onun dışında orada kim oturur hiç bilmem.
Evimizi kendimiz temizlerdik, kapı silmece ; bilmem kaç kuruş
hepimizin elinde bezler güle oynaya bitirirdik işleri.
Evlerimiz var içinde yaşayan yok. Parklarımız var içinde oynayan çocuk yok.
Ama her yıl sökülüp yenilenen kaldırımlar, lüks binalar, ışıl ışıl
vitrinler, girip çıkan yapay insanlar...
Ruh yok, buz gibi buz, bu biz değiliz..

Tahta iskemlelerimiz de oturan yaşlılarımız, onlara dede, nene diye
hatırını soran çocuklarımız yok oldu.
Ben kapılarında ' vale ' lerin, ' bady ' lerin beklediği yerlerden hep
korkmuş çekinmişimdir.
Kapısını çarparak örtüyor diye çocuğuna kızıp, taksidini bitiremediği
arabanın anahtarını, hiç tanımadığı birine vermek ters gelir bana.
Benim değildir bu kültür.
Ne ruhuma, ne kültürüme ne de cüzdanıma hitap eder.
Nedir bunlar?
Reklamlarla desteklenen beyni, ruhu ele geçirilmiş insanlar olduk.
Birbirimize yabancı, yalnızlıklarımızla yaşar olduk.
İyi de neden böyle olduk ?
Biz mi istemiştik?

Yoksa hak mı ettik?



Kalemine sağlık
Kaynak : forzabesiktas.com
Yazı : Levent Karakaş



Destination Dubai 1

I went to Dubai due to a business trip last week. I've been in Dubai Airport before but this I had a chance to look around the city. What are my impressions?... Let's start...


Since arriving at the airport, magnificent architecture welcomes us with an Arabic vanity. Dubai Airport is major aviation hub in Middle East region. They are still expanding their terminals. It has free wireless that makes people happy=)


Everything is new and very structured in the city. As it's impossible to walk outside during day or night time, people spend most of their times in great shopping malls or anywhere has air-conditioning. Taxis are relatively cheap.


I visited The Dubai Mall which is the downstairs of Burj Khalifa and Mall of Emirates. It is not different or cheaper than the shopping malls in Turkey or anywhere except very interesting section in Mall of Emirates. They built a "Mountain" inside of the shopping mall with charlifts etc. called Ski Dubai with its -4C degrees temperature.

The power of the money is trying to force the limits of architecture with creating projects such as 7 Stars Hotel(It's technically not 7 starts, anyway), the highest building in the world, artificial islands, building a Ski center on a desert.

Dubai reminded me people who are proud of the big projects is being done in Istanbul such as Sapphire, Kanyon etc. This projects don't make Turkey, more developed country as we suppose. I had the feeling of we are trying to look like more Middle Eastern countries such as UAE, Qatar etc.

If you like luxury, modern architecture or shopping malls Dubai could be interesting but I wouldn't be sorry if I didn't visit it.

I will publish a couple more posts about my experiences there...



Dokanma!!!


Geçen hafta (15 Mayıs 2011, Pazar) İstiklal caddesi'ndeydik. Çok büyük bir kalabalıkla beraber Sansüre karşı yürüyüşe katıldık. Yandaşlara göre 200, biraz matematik bilenlere göre yaklaşık 40.000 kişinin katıldığı benim İstiklal caddesinde gördüğüm (1 Mayısları dışarıda tutuyorum) en büyük çaplı gösterileriydi.

Genelde internet kullanıcılarının oluşturduğu büyük bir kalabalık vardı. Yani genç bir kitle vardı farklı profillerden gelen. Büyük çoğunluk interneti kullanıp yasaktan direkt olarak etkilenecek kitleydi. Zaten bir ülkeden yasaklanan herhangi bir şeye karşı çıkmamak, bilakis savunmak bizleri Alman rahibin durumuna düşüreceğinden tepkisiz kalmamamız gerekiyor.

Tam bunları söylerken aklıma Akif Baki'nin yazdığı yazı geldi. Sadece iktidara yaranmak için yasakları savunan bir kitle de var karşımızda. Merak ettim, acaba yazdığı bu yazıya acaba kendisi biraz da olsa inanmış mıdır?

Bundan sonra örgütlenmeye devam etmemiz, sadece bir protesto ile kalmadan devam etmemiz önemli.
"Durmak yok, yola devam"
V For Vendetta



"İnternetime Dokunma" Yürüyüşü




No Reservations

Catherine Zeta Jones is a perfectionist chef. She is cooking great but having problems in her personal life as most of the perfectionist people.

After an unfortunate accident, she has to let someone in her life.. and one more

It is not a masterpiece but made me happy while I was watching it..



Yorumsuz




Başkan: "Olaylar Kulübümüze Mal Edilemez"



İnternete filtre koyun dedim olacak

İnternete filtre koyun dedim olacak. Herkes koyun olacak... Bir gün herkes Türk olacak, hatta herkes Müslüman da olacak.

Ne olacak önemli değil ama herkes tek tip olacak, sormayacak, sorgulamayacak. Ortaçağ skolastik düşüncesi geriye gelecek. Onunla beraber ülkeler de geriye gidecek ama biz önleyelim, toplum yozlaşmasın, gayri-meşru çentleşmeler olmasın, herkesin 3 çocuğu olsun ama kimse tanımadığı insanlarla konuşmasın.


".....günümüzde bu bilgisayar oyunları filan, o internet kafeler filan oralarda olan şeyler, o mevzununda böyle bağlayıcı kanunu kuralı yok ve insanlarda tahdit koyamıyorlar o mevzuda. belli anahtarlarla sadece girilmesi gerekli olan yerlere girme gibi bir tahdit getiremiyorlar. çok ciddi problemler oluşuyor. bağışlayın gayri meşru çentleşmelerden(?) alın da bu mevzuda fuhşiyata münkerata gitmeye kadar..."



İnternet Yasaklarının Suçlusu Benim

Dünya küreselleştikçe, insanlar bilgiye daha kolay ulaşmaya başladıkça dünya yasakların arttığı, özgürlüklerin daha kısıtlandığı bir yer haline geliyor.

Devletler ve devletlerin başındaki iktidar sahipleri artık rahatça yönetemedikleri, daha bilgili, araştırdığı zaman yapılan her türlü yolsuzluğa, yalana ulaşabilen, hafızalarını yönetemeyenler için bilgisayarların olduğu dünyada bu gelişmelerden çok da mutlu değiller gördüğüm kadarıyla.

Özellikle iktidar hırsının yüksek olduğu, iktidarın uzun yıllar boyunca belli zümrelerce yönetildiği ülkelere baktığımızda bu ülkelerde halkın yavaş yavaş farkında bile olmadan tepkilerini dile getirdikleri, birbirlerini etkileyip kolayca örgütlendiklerini gözlemliyoruz.

Ortadoğu'da başlayan diktatörlere karşı ayaklanmalar bu şekilde olmuştu bildiğimiz gibi. Daha kapalı kamünist düzende yaşayan Kuzey Kore, Çin gibi ülkelerde zaten halkın ulaşabileceği bilgiler devletin sunduğu fırsatlar ve limitler dahilinde.

Güzel ülkeme gelince, sözde bir demoktasiyle yönetilen bir ülke Türkiye. Asıl yönetim şekli oligarşi. Son 40 senedir siyaset sahnesine baktığımız zaman hep yönetimde olan aynı kitle, aynı liderler yada onların vasıtasıyla oraya çıkan kişileri görüyoruz. Onlar da çok doğal olarak iktidar hırslarına kapılarak, yerlerini yenilere bırakmak yerine, halkın okuyabileceği, araştırabileceği, düşünmesini sağlayan doneleri kısıtlama yoluna gidiyor.

Sesini çıkart

Evet, bizler daha fazla bilgiye ulaştıkça, daha fazla konuştukça, liderlere ihtiyaç duymadan örgütlendikçe bu hakları kısıtlamak isteyen iktidar sahipleri de olacaktır. Ancak onlara karşı sağlam durabilmek, haklarımızı yedirmemek en büyük görevimiz.

Aksi taktirde bugün çeşitli kılıflar giydirilmiş internete erişim yasakları, yerini daha farklı yasaklara bırakır. O dakikadan itibaren dünyanın son 20 yılda kat ettiğimiz yolu öyle hızlı bir şekilde geriye doğru yürürüz ki kimse ne olduğunu anlayamaz.


V For Vantetta filminde Vandetta'nın mükemmel konuşmasında da bahsettiği gibi "Eğer suçlu arıyorsak aynaya bakmalıyız."

Anlayana...